YERDEKİ KÜÇÜK HALI

YERDEKİ KÜÇÜK HALI

März 26, 2021 Makale 0

Yerdeki küçük halı… Bize ne hoşnutluklar getirdin… Üzerinde nice manalar taşıyan, -nice manalar taşıyan diğer eşyalar gibi- senden bahsetmemek, daha önceleri yaptığım gibi onlara karşı sessiz kalmak, nimete körlük mü olur? diye senden bahsedeyim biraz dedim. Bari senden bahsedeyim de; hem gönlümdeki duyguları kâğıda dökmüş hem de tarihe not düşmüş olayım.
Sen bize ne safalar getirdin…
Daha ilk gün ilk saatlerde sana ihtiyacımız oldu. Bunu duyan gönlü geniş kardeşlerim hemen seferber olmuşlar ve çare arayışlarına girmişlerdi. İlk kez geldiğim bu ülkede derdimi anlatacak birilerinin varlığı, onların samimane gayretleri beni yalnızlığın dipsiz kuyusundan, çaresizliğin girdabından çıkarıverdi.
Hemen ertesi gün senin geleceğinin haberi ulaştı ; ama yine de çok sevinemedik. Çünkü seni odamıza alıp alamayacağımızın endişesi sardı. Hatta biraz da korktuk. Daha önce yan odamızdaki ablaya gelen halıya izin vermedikleri gibi bize de izin vermezlerse diye… Gerçi küçüktün, inceydin, belki bir şey demezlerdi; küçük çocuk için oyun halısı olduğunu görünce ; ama seni geri çevirme riskini göze alacak halde de değildik. Bu sebeple pencereden alıverdik içeriye gizlice…Evet velhasıl ; böyle hem maceralı hem de acabalı oldu senin bize gelişin.
O ilk akşam fark ettim bir küçük halının değerini… Oğlumla üzerinde oturarak, yatıp uzanarak, birlikte saatlerce oynayarak. Odada ayakkabısını giymek istemeyen, soğuyan havayla birlikte daha çok üşüten oğlum artık betona daha az basacaktı. Üstelik bu küçük halının üzerindeki yol, sokak, ev vs. resimleri oyunlarımıza renk kattı. Çoğunlukla odanın içinde birlikte vakit geçirmek zorunda kaldığımız için ne oynayacağımızı, ne ile oynayacağımızı şaşırmıştık. Üzerindeki o küçücük şehir artık bizim için kocaman bir oyun alanı olmuştu. Gezmediğimiz bir sokak, uğramadığımız bir mekan kalmamıştı. Sokaklarında bol bol sürdük arabamızı. Ne polis vardı yollarda ne de trafik.
Sana yazmaya o an karar vermiştim; ama nasip bugüneymiş. Hayatımın en sıkıntılı günleriydi ama o günler bana elimdekilerin kıymetini gösterdi. Onların farkına varıp şükrünü daha iyi eda edebilme adına bir fırsattı o günleri ve o duyguları yazmak. Zira bu hali ve duyguları unutmamalı. Kendine, geleceğe, tarihe ve de başka gönüllere bir mektup bırakmalı… Bunu da Rabbimin nimetlerini anmaya vesile olsun niyeti ile yapmalı.
Sana bakarak, seni seyrederek, bir gece yarısı yazdığım bu satırlara seninle hayatıma gelen konfordan bahsederek devam edeceğim. Şu an üzerindeki oyuncaklar rahatsız etmiyor mesela beni. Tuvalete, dışarıya, mutfağa vs. giderken giydiğimiz terliklerle ve ayakkabılarla bastığımız zeminde değiller çünkü. Onlar senin üstündeyken içim rahat yani. Oğlumun onları senin üzerinden alıp tepkimi ölçmek için „ anne bak“ diyerek ağzına sokması da daha az rahatsız edici artık. Uyandığımda, kalkmak için doğrulunca ilk iş giyecek bir terlik vs. aramaktı ya, ondan da kurtuldum sen varken. Şükür ayağımı terliksiz yere basabiliyorum artık. Yere düşen kıyafetlerimiz veya oğlumun attığı herhangi bir şey de senin üzerine düşmüşse sorun değil artık benim için. Evet biliyorum; öyle ahım şahım bir halı değilsin. İncecik, naylondan bir şeysin. Hatta normal hayatımda olsam büyük ihtimalle seni halı olarak almayı bile düşünmezdim; ama kendi çocuğu için aldığı halıyı, kendi yaşadığı kamp odasından alıp bizlere ulaştıranlar için ne kadar şükretsek az olur. Bu küçük halının hayatımıza, duygularımıza kattıklarını görüp elhamdülillah dememek olur mu?

Son yıllarım öyle geçiyor ki; nice şeylerin kıymetini duyurdu Rabbim… Eskiden olsa yüzüne bakmayacağım neleri neleri en muhtaç anımda imdadıma yetiştirdi. Şimdi senin için hissettiklerimi geçen yıl Selanik’te yine böyle muhtaç bir haldeyken gönderilen soba için de hissetmiştim; ama heyhat, içimden geçenleri satırlara dökememiştim.
‘Eşyanın kıymetini anlamak’ deyince hep bıraktığım evime gidiyor aklım. Gözlerim doluyor… “Bu eşyaların yükünden nasıl kurtulurum ?” diye düşündüğüm çok olurdu, bakımlarını yapamadıkça. Üç yılı geçti onları aniden terk edeli. Acele bir veda olsa da “ geri dönerim belki” umuduyla ayrılalı ve bir daha geri dönmeyeli. Onları ne kadar özledim halbuki. “İnsan eşyayı özler miymiş?, Eşya dediğin nedir ki, dünyalık işte. Biri gider biri gelir, yeter ki canımız, imanımız yerinde olsun.” dese de insan acaba o benim o cümleleri söylemem eşyaya olan ihtiyacı ve onlar vesilesiyle verilen nimetleri tahkir mi oldu ki böyle özlüyorum şimdi? Acaba … acaba …
Neyse yerdeki minik halı, o konu apayrı. Girmeyelim değil mi? Sana dönelim yeniden. Bu odada bir ev sıcaklığını hatırlatan en tesirli eşya sensin sanki. Su karşıdaki masa ve iki sandalye de fena durmuyor; ama sendeki sıcaklık başka. Galiba bizde ‘ev’ demek, ‘ayakkabıyı çıkarmak demek’ bir bakıma. Yere terliksiz basabildiğim bir alan nasıl bir nimetmiş meğer. Üstelik üstünde namaz kılmak da ayrı keyifli bir taraf. Bir kenarda dizili ranzalar, gömme dolap ve masa sandalye de ayrı ayrı nimetler. Su sağ tarafımda duran su ısıtıcısı da ‘’Benden bahsetmeyecek misin?“ diyor sanki. O da buraya geldiğimiz ilk gün bir başka gönlü genişin getirmesiyle misafir oldu bize. Kendi ihtiyacı varken, biz daha kalabalığız diye mi desem, fedakârlığına bahane aradığından mı desem bilemedim.
Niyet, tahdis-i nimet olunca, konu senden çıkıp odadaki diğer eşyalara sıçrıyor halıcık. En iyisi burada bitirelim duyguları dile getirmeyi ve kalem oynatmayı. Şükürler dökülsün dudaklarımızdan gönlümüze.


Bahadır