IZDIRAP KOROSUNDAN BİR SES

IZDIRAP KOROSUNDAN BİR SES

November 2, 2020 Blog Makale Uncategorized @tr 0

Kendimi bildim bileli en zayıf noktalarımdan biridir dağılmış aileler…

Türkiye’de özellikle 15 Temmuz darbesinden sonra yaşanan aile dramları beni derinden yaraladı ve yaralamaya devam ediyor. 

Neredeyse her gün annesiz babasız büyümek zorunda kalan çocuklara ya da evlat hasretiyle yanıp tutuşan anne babalara (hem sosyal medyada hem de yaşadığım ortamda) şahit oluyorum. Aynı zamanda eşinin hapisten çıkmasını ya da yurt dışındaki eşine sabırla kavuşmayı bekleyen sebatkâr eşlere rastlıyorum.

Amacınız mağduriyetleri duyurmak, kayda almak olunca (ister iletişim araçları aracılığıyla olsun, ister yüz yüze olsun) dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar, mağduriyet yaşayan, aynı duyguları paylaşan insanlara ulaşmak; kardeşlik hukukuna az da olsa katkı sağlamak istiyorsunuz. 

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’nin dediği gibi: “Başkalarının ızdırabını paylaşma, onu aynen yaşama, ağıt kesiyorlarsa beraber ağıt kesme, iştirak etme, ızdırap korosu oluşturma çok önemlidir. Aksine sevinçli bir hadise söz konusu ise, mesela bir dostumuz hacca gidip gelmiş, onun o sevincine ortak olma, bu defa da sevinç korosu oluşturma; hatta o sevinç, gözyaşı dökmek şeklinde icra ediliyorsa, ona o şekilde iştirak etme kardeşlik hukukunun gereğidir’’.

Bu tür mağduriyetlere maruz kalan birkaç aile ile hasbihâl etme fırsatım oldu, yaşadıkları ızdırabı dinledikçe boğazıma bir şeyler düğümleniyor; bunu yaşatanlarla aynı milletten olduğum için utanıyorum. 

Şunu, açık yüreklilikle söyleyebilirim: ‘’ Herkes kendi hikayesinin kahramanı aslında ama ‘’Başkahramanlar’’ genelde ANNELER.”

Bu söyleşimizin başkahramanı da Gül Hanım. Arkadaşım vesilesi ile aileden haberim oldu. Kendisiyle telefon aracılığıyla irtibata geçtim. Çok sıcak karşıladı beni, sesinden yaşadıkları korkuyu acıları anlıyor gibiydim. Mağduriyetinizi anlatabilir misiniz dediğimde, Gül Hanım: “Tabi, anlatırım yazılsın; tarihe not düşülsün, anlatacaklarım canımı acıtsa da bazı insanlara hayatta şükredecekleri çok şey olduğunu hatırlatmak isterim.’’ dedi.

Mağduriyetler 15 Temmuz 2016 darbe olayından sonra yaşanmaya başladı. 

15 Temmuz 2016 öncesi yaşantınızı kısaca anlatabilir misiniz?

Biz 6 kişilik bir aileydik. 4 çocuk sahibiyiz inşallah. 15 Temmuz öncesi gayet mütevazi maddi sıkıntıları olmayan mutlu bir aileydik. Arabamız vardı, eşim çalışıyordu, çocuklarımın ikisi özel koleje gidiyordu. Tabi herkesin olduğu gibi bizim de imtihanlarımız vardı ikinci çocuğum Akondroplazi, o benim büyük yaram. Hayattan hiçbir zaman çok şey beklemedim sağlık ve mutluluk tek temennim idi. 

                15 Temmuzdan sonra hayatınızda neler değişti?

15 Temmuz bizim dönüm noktamız oldu. Aslında o gece rüyasını görmüştüm ama bu rüyanın gerçek olacağına ihtimal vermezdim. Darbeyi öğrendiğimizde memlekette idik. Değişiklik olsun diye bir haftalığına gitmiştik. Olayların bu boyutta olacağını hiç düşünmedik, bu gidişin dönüşü olmayacağını bilemezdik. Memlekette öyle böyle derken 2 aya yakın zaman geçirdik. Eşimin işyeri Erdoğan Rejimi tarafından kapatılmıştı, hayatımıza şekil vermek zorundaydık, emlakçıdan ev tuttuk “Eşin ne iş yapıyor’’, kartvizit isteniyor vs. İlk defa gururla bahsettiğim eşimden bahsedememiştim. Eşimi yanımızda götürmeden eşyalarımızı toparlayıp gelecektik. 

                Rüyanızda ne gördünüz paylaşmak ister misiniz?

Rüyamda Erdoğan’ı görmüştüm, boğazına bıçak dayanmıştı. Bıçağın keskin yeri dışa doğruydu. “Odama çekilip düşünmem lazım.”dedi. Çok kalabalık bir meydan vardı, kapalı bir kadının başında yuvarlak bir çember vardı ve çemberin etrafına ip doluyorlardı.

           Evi toplamaya gittiğiniz zaman oradaki akraba ve komşularınızın tepkileri nasıldı?

Ailemle evi toparladık tabi orada bekleyen akraba ve komşularla da ayrı ayrı cebelleştik. Komşular biz gitmeden dedikoduyu had safhaya çıkarmışlardı. Güya; biz memleketteyken eve polisler gelmiş, evden silahlar çıkmış, biz darbeden sonra kaçmışız ve bir de “eşim hapiste’’ diye dedikodu çıkarmışlar. Halbuki, eşim o zaman hapiste değildi, akrabalar olsun komşular olsun mesafe koymuşlardı. Akrabalar, durumu zaten biliyorlardı; bazıları uzak durdu, telefon bile açmadılar.

           Eşim huzursuzdu çünkü bir ihbar onlar için yeterliydi.

Evi taşıdık, yerleştik. Eşim her an polisler gelip beni alacak diye bekliyordu. Çok huzursuzdu çünkü haberlerde her gün yüzlerce insan alınıyordu sebepsiz anlamsız yere. Bir ihbar onlar için yeterliydi.

            Sizi de mi ihbar ettiler?

Evet, biz de ihbar kurbanı olduk. Bir gece saat 23.10’da zile öyle basılıyor ki, yumruklarla kapıya vuran 5 polis. Sese uyandım. “Kim o?’’ dedim, “polis” deyip eşimin adını söylediler. Eşime “Seni almaya geldiler.’’ dedim. Eşim, beni öncesinde alıştırmaya çalışıyordu, her an gelebilirler üzülme sakin ol diyerek. O gece şokun verdiği serinlikteydim, polisler içeri girdi, yeni taşınmıştık; fiziki takiple bulmuşlar.(tabi ihbar edenin desteğini unutmamak gerek yüzeysel adres bilgisi vermiş). O geceyi aslında hiç hatırlamak istemiyorum. Canımın bu kadar yandığı hiç olmamıştı. Polisler telefon kamerasını açıp çekim yaparak evde arama yapmaya başladılar. Polislere “Sizden tek isteğim çocuklarım duymasın, istediğinizi yapın.’’ dedim.(Oğlum üniversite sınavına hazırlanıyordu, son sınıftı. Yaşadıklarımızı yansıtmamaya çalışıyordum.) Çocukların odasına polis girdi, oğlum uyuyordu ona baktı ve “Kaç yaşında?’’ diye sordu. Çok oyalanmadan prosedürler tamamlandı, imzalar atıldı ve eşimi alıp gittiler…

                      Avazım çıktığınca bağırmak istiyordum ama…

Avazım çıktığınca bağırmak istiyordum ama bir yanda kimse duymasın bu halimizi, diğer yanda çocukların psikolojisi bozulmasin çabası. Eşimin ailesine ve kendi aileme telefon açtım, bir saat olmadan ev doldu. Kendimi kaybetmişim kendime gelince de herkesi evine gönderdim çünkü sabah çocuklarıma bir bahane bulmam gerekiyordu. Büyük oğluma “Baban saklandı.” üç küçüğe de “Babanız İstanbul’da iş buldu, gitti.’’ dedim. 

Eşimi formaliteden; dinlemeden tutukladılar. Hayatın büyük yükü omuzlarıma kalmıştı. Depresyon ataklarım başladı, krizlerim sıklaştı. Hem psikiyatrist hem psikologdan destek aldım. İlaçlarım çok yüksek dozdaydı ve yan etkileri kaslarıma vurmuştu.

Bir gece çok bunaldım. Dertler peşi sıra geliyordu, evimin direği tutukluydu, yük benim omuzlarımda idi, bir şeylerden kurtulmak istiyordum. “Saçlarımı sıfıra vurdum”. Görüşlerde eşime; evde çocuklarıma “polyanacılık’’ oynuyordum, acımı yaşayamıyordum. Bir yandan “Çöktüm.” derken diğer yandan “Çocuklarım için güçlü olmam gerekiyor, sorumluluklarım var.” diyordum. Çocuklarımı okutup büyütmeye çalışıyordum, maddi sıkıntılarla uğraşıyorum. Sonra arabayı sattık, biraz onunla geçindik.

      Dört diplomayla “Terlik imalatçısında’’ ve ‘’ İnşaat Sektöründe çalıştı.

Eşim 5 ay sonra cezaevinden çıktı, denetimli serbestlikle. Eşimin tutuklanma nedeni hâkim ve savcıların mevkilerini yükseltme isteğiydi. Kaç kişi tutuklanırsa onlar için bir basamak yükselmek demekti. Eşim içerden çıktı ama asıl o zaman duvara toslamıştı, özgürlük vardı o da şüpheliydi, iş başvuruları hep olumsuzdu. Üst düzey yönetici CV’sini görenler hiç düşünmeden “alırız” diyorlardi ama…

Bu böyle olmayacaktı, bir ay terlik imalatçısında çalıştı; bir ay inşaat sektöründe telefonlara baktı, sonra çıktı. Dört diplomayla boştaydı. İnsanlara muhtaçlık onu her geçen gün yıkıyordu. Morali sıfırdı.

Eşimin mahkemesi yaklaştı itirafçılar kendilerini kurtarmak için gelişi güzel isimler veriyorlardı. Eşim, “Bu gidişat hiç iyi değil.’’ dedi ve illegal yolla Meriç’i geçmeye karar verdi.

              Eşiniz Meriç’i geçerken ne tür zorluklarla karşılaştı? 

Meriç de ayrı bir acıydı. Gece, botla bir erkek 4 çocuklu bayanla korkular içinde geçiyorlar, çalıların içinde yolu bulamıyorlar. İlgilenen kişiler onları telefonla yönlendiriyor, yeniden ters yöne Türkiye sınırına doğru gidiyorlar. Karşı taraf uyarınca geri dönüyorlar. Gide gide bir Kiliseye varıyorlar, sonra köylülerin evine sığınıp polisi aramalarını istiyorlar. Polisler alıp kampa götürüyor.

Eşim bir ay kadar Yunanistan’da kaldı birkaç denemeden sonra Almanya’ya geçti. Şubatta mülakata girdi ve Elhamdülillah bugün oturum haberini aldık.

            Kosova’ya gitmeye nasıl karar verdiniz? Neden Kosova? 

Benim için çok zor oldu 23 yıllık tüm acı tatlı hatıraları olan evimi dağıtmak. Bir yuvayı kapattırdılar bize; eşyalar umurumda değildi aslında geçmişimi silmek canımı yakıyordu.

Eşim gittikten sonra istişare ettik, “Mahkeme yaklaşıyor, ben olmayınca size sıkıntı çıkarabilirler.’’ dedi. Kosova’da eşimin arkadaşı vardı. Onunla görüştük ve karar verdik Kosova’ya gelmeye. Üç küçük çocuğumla tek başıma ilk defa yurt dışına çıktım. Canımın bir parçasını Türkiye’de bırakarak… Büyük oğlum Türkiye’de kaldı. Şimdi üniversitede okuyor; 4. sınıfta. Biz yardımcı olamıyoruz. Hamallık yapıp beni iki sefer ziyarete geldi Kosova’ya. 

            Ne zamandan beri Kosova’dasınız?

14 aydır Kosova’da bekliyoruz. Bu kadar bekleyeceğimizi bilmiyorduk, her gün farklı farklı zorluklarla mücadele ediyoruz. Maddi ve manevi bu durum beni çok yordu. Buranın oturum prosedürleri çok uğraştırıcı hem anne hem baba olmak çok zor. Sağlığım psikolojim el vermiyor.

Süreç uzadıkça çocuklar sorgulamaya başladılar. “Neden geldik, babam neden gitti?’’ diye. Akondroplazi dediğim oğlumun psikolojisi bozulmaya başladı. Babasına çok düşkündü. Burada çok yalnız kaldı, kafasında intihar düşüncesi başladı. Onu teselli ederken çok üzülüyorum. Çocukların bu kadar şeye katlanması içimi parçalıyor. 

                            Son olarak ne söylemek istersiniz?

Rabbim kimseyi muhtaç etmesin bu hayatta. İnsanların elinde o kadar imkân varken şükürsüzlüklerine üzülüyorum. Allah kimseyi ayrı koymasın; ayrı olan arkadaşlarımızı da bir an evvel ailelerine kavuştursun. Eşiniz ve çocuklarınız yanınızdaysa onlara sıkı sıkı sarılın, sıcak yuva gibisi yok. Dağılmış bir aile olmak çok zor eşim bir yerde, oğlum bir yerde ben ve üç küçüğüm bir yerde…