Sakın Seni Sevmediğimi Düşünme!

Sakın Seni Sevmediğimi Düşünme!

März 20, 2020 Makale 0

Sakın Seni Sevmediğimi Düşünme!

– „Oğlum seni çok seviyorum. İşim uzun sürdüğü için gelemiyorum. Sakın seni sevmediğimi düşünme!“

– „Hayır Baba, öyle düşünürsem yazıklar olsun bana.“

Bu diyalog ne duygusal bir filmden yapılan alıntı, ne içli bir romanın karakterlerinden ikisinin arasında geçen bir konuşma, ne hasret yüklü bir şiirin dizeleri, ne gurbette vuslat arzusuyla yakılan bir ağıtın beyitleri, ne de dertli dertli söylenen bir türkünün sözleri…

Tamamen gerçek!

Hem de yaşadığımız hayat kadar gerçek, zalimin zulmü kadar gerçek, mazlumun âhı kadar gerçek, bu cümleyi kuran sabi’nin vefâsı kadar gerçek, bunu duyan babanın içinde patlayan volkanlar kadar gerçek.

Cebren olgunlaştırılan, pişmek zorunda bırakılan yavruların gerçekliği bu.

İçe akıtılan gözyaşlarının ve dik durmak adına sergilenen o kahredici metanetin gerçekliği.

Göz göre göre, bilerek ve isteyerek, bilinçli ve kasıtlı olarak yapılan cevr-ü cefanın, baskının, eziyetin gerçekliği. Eli yüreğinde, gözü yolda, yaşamın tüm zorluklarıyla baş başa bırakılmış zevcelerin, anaların gerçekliği. Kadim tarihinden, dininden diyanetinden, tüm ulvi değerlerinden koparılan koca bir milletin gerçekliği.

Bir yanda cereyan eden onca hadise ve gerçeklik varken bir yanda da bu gerçeklerin bila istisna tamamına kör olan gözler, sağır olan kulaklar, lal kesilen diller, hissiz olan yürekler…

Peki o halde tüm bu yaşananlar şüphe götürmez bir gerçek ise görmeyi, duymayı, konuşmayı ve hissetmeyi sağlayan cihâzat mı sahte?

Sadece birer et parçasından mı ibaret?

Hatta onu taşıyanlar gerçek bir beşer değil de birer cisimden mi ibaret?

Zira belki küçük bir numuneden ibaret olan bu sahnenin onlarca hatta yüzlercesi Anadolu’nun ve dünyanın birçok yerinde her gün tekrar ber tekrar yaşanıyor ve yaşanan bu her tekerrür sinelere saplanmış bir hançer olarak tarihteki yerini alıyor.

Tarihe düşen bu on binlerce kara lekeye şahit olan, kendini bu hengamenin içinde bulan, tüm bu hâdisâtın anaforunda hazan yemiş yaprak misali oradan oraya savrulan bir göz eğer gerçekse yaşarmalı, kulak gerçekse işitmeli, dil gerçekse konuşmalı ve dahi yürek gerçeksehislenmeli ve en azından buğz etmeli. Tüm bu uzuvları taşıdığını iddia eden de gerçek insansa karşı koymalı ve dur diyebilmeli.

Haddizâtında ne dökülen bir damla gözyaşı zayi olacaktır, ne çekilen çile ve ızdıraplar ne de inanılan değerler uğrunda ödenen bedeller…

Hepsinin hem bu dünyada hem de Mahkeme-i Kübrada bir kıymeti harbiyesi olacaktır El-hak, sâdıkların en sâdığı olan Halıkımız inananlarla beraberdir ve onlar üstün gelecektir

Bu ümit ve sabırla bir kez daha diyoruz ki;

„Doğacaktır sana vâdettiği günler Hakk’ın Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın“

Madalyonun bu yüzü mahfuz kalmak üzere diğer yüzünü nazara alacak olursak;

Ey gül yüzlü masum yavrucak!

Sana değil, asıl sana bunu reva görenlere, kurdu kuzulara şah etsen, kurdun yapmayacağı bu taksimi yapanları alkışlayan ve peşinden gidenlere, gözünü kulağını, dilini dudağını, elini ayağını ve yüreğini vicdânını ömrünün hitâmında toprağa gübre yapmak üzere taşıyanlara yazıklar olsun!

Kelâmullâhın ifâdesi ile;

Veyl olsun, diyanet ve mukaddesat adına ne varsa şahsi ikballeri uğruna bir pula satıp, haram saltanatlarını kuran o hain ve zalimlere…

Adem Cengiz Ataman