Hayaller ve gerçekler

Hayaller ve gerçekler

März 13, 2020 Makale Menschenrechte 0

Güney Sudan’nın orta halli bir kentinde yaşayan Aziz, liseyi bitirdikten sonra ülkesinde yaşanan olumsuzlukları dile getirmek amacıyla çeşitli gösterilere katılır ve hükümetin kara listesine girer. Artık yaşadığı topraklar kendisi için tehlikelidir. Bir grup arkadaşı ile mücadelelerini sürdürebilecekleri demokratik, güvenli ve aynı zamanda da yaşanılabilir bir ülkeye hicret etmeye karar verirler. Aziz kararı aldığında henüz 19 yaşında bir delikanlıdır. Dokuz kişilik ailenin de en küçüğüdür. Annesi vazgeçirmek için yalvarır ama Aziz kararından dönmez. Annesi çaresiz o zamana kadar biriktirdiği parasını bir meçhule yelken açmak üzere olan yavrucuğuna yol harçlığı olarak sarıp sarmaladığı bir mendil içerisinde verir. Uzunca sarıldıktan sonra dualarla onu yolcu eder.

Yaşanacak güzel günlerin hayali, çekilecek sıkıntıları ilk zamanlar dert ettirmez. Sudan’dan Birleşik Arap Emirlikleri’ne geçerler. Aziz buradan, özellikle hayalini kurduğu kanguru ve devekuşu ülkesine yani Avustralya’ya gitmek istiyordu. Bunun için yeterince para biriktirmesi gerekiyordu. Azmederek çeşitli işlerde çalışır. Nihayet arzu ettiği meblağa ulaşınca, BAE’den Endonezya’ya geçer. Asıl sıkıntı ve meşakkat bundan sonra başlar. Bir kaçakçı ile kendisi ve arkadaşlarını, Pasifik denizinden Avustralya’ya götürmesi için anlaşırlar ve gece geç bir vakitte yola koyulurlar. Tekne eski ve bakımsızdır, lakin çaresizlik onları ciğeri beş para etmez kaçakçılara boyun eğmek zorunda bırakır. Nihayet atlattıkları uzun ve meşakkatli bir deniz yolculuğundan sonra hayal ettikleri ülkenin kara suları görünür. Gelirken arkadaşlarına sık sık “oyunu kazanabilmemiz için birkaç aşama atlamamız gerek” demişti. İlk aşama; ülkeyi terketmek, ikinci aşama; BAE de kaçakçıya verilecek paranın kazanılması ve üçüncü aşama; sığınılacak ülkeye sağ sağlim varmak. Evet dediği gibi de olmuştu. Yüce Allah onlara üçünü de bahsetmişti. Ama kader birliği etmiş bu mazlum insanlar, Avustralya Hükümeti’nin “Deniz yolu ile ülkemize illegal yollardan girecek olan göçmenler, Manus adası sığınmacı kampına kapatılır.” kararından habersizdir. Kısa bir süre sonra sahil güvenlik tekneyi durdurur ve bu insanları alarak Papua Yeni Gine yakınlarındaki Manus sığınma kampına götürür.

Aman Allah’im! Nasıl bir yere gelmişlerdi böyle? Bunaltıcı nem ve sıcaklık kendini hemen hissettirdi. Kampın etrafı yüksek tellerle çevrili, yüksekçe gözetleme kuleleri ve ellerinde silahla nöbet tutan askerler… İçlerinden biri: “Burası Guentanamo Hapisanesi olmasın” deyiverdi. Bir gülüşme oldu aralarında. Kampın içerisine girdiklerinde, durumun vehametini daha yakından gördüler. 20-30 kişilik koğuşlar, sıvaları nemden dökülmüş binalar, her yer kırık dökük, yatak odalarında beton zemine konan kauçuk yataklar… Ellerinden cep telefonları alınır, çünkü yasak. İki haftada bir ancak idareye verdikleri numaraların kontrollü aranmasına müsade edilir. Büyük ihtimalle de konuşmaları dinleniyordu. Telden bir kafese girmişlerdi. “Ne yapalım burası da böyleymiş biraz sabredelim” dediler. “En kötü ihtimalle bir veya iki yıla kalmaz mülteci olarak kabul ediliriz” diye düşündüler.

Bu sözlerin üzerinden tam 4 koca yıl geçmiş, lakin Manus sığınmacı kampında bulunan diğer yaklaşık 800 insan gibi, Aziz ve arkadaşlarına da başvuruları ile alakalı herhangi bir bilgi verilmemişti. Hayalleri yıkılmıştı. Ne yapıp etseler de, seslerini duyan olmamıştı. Kampta lider vasıflı, dil bilen, insanları bu işkenceye karşı direnmeye davet eden birkaç kişiden biriydi Aziz. Heyhat ki durumlar daha da kötüleşiyordu. Akli dengesini kaybedenler, ciddi hastalıklara yakalananlar, intihara kalkışanlar ve hayatlarını kaybedenler olmaktaydı. “Hayatta ki en zor şey arasatta kalmaktır” der büyükler. Hükümet, protestolara rağmen Manus Adası’ndaki kampta bulunan yüzlerce mültecinin hiçbir koşulda Avustralya’ya alınmayacağını açıklar. Sonrasında yetkililer, “Manus Merkezi’ni kapatmak ve bu insanların Papua Yeni Gine’ye uyumunu ya da geldikleri ülkelere geri dönmelerini sağlamak hükümetimizin uzun süre önce benimsediği tutumdur” ifadelerini kullanarak kampı kapatma kararı alır. Ne var ki yüzlerce tutuklu güvenlikleri hususunda endişe ettiklerini belirterek gitmekte direnir ve baskına gelen askerlerin şiddetine maruz kalırlar. Bu durum halk ile aralarında gerginliğe ve Avustralya yetkililerine karşı güvensizlik doğmasına sebep olur. Kampın suyunu, elektriğini ve haftalık gelen gıda yardımını keserler. Ortalık hayvanların dahi barınamayacağı bir yere dönüşür. Hatta su bulmak için mülteciler su kuyusu bile kazarlar.

Bu ara Aziz kamp kapanmadan önce, uzun süren bir planın parçasını devreye sokar ve sonunda meyvesini alır. Hükümet, içen içmeyen her mülteciye haftalık 2 paket sigara vermektedir. Aziz, kamp kapanmadan önce bir güvenlik görevlisi ile 50-55 paket sigara karşılığında, kendisine eski bir cep telefonu (kimseye söylememek ve göstermemek kaydıyla) getirmesi için anlaşır. Biriktirdiği sigaralarla hemen takas eder ve kampa bir cep telefonu sokmayı başarır. Bu durumu kimseye söylemez ve her gün kuytu bir yere veya tuvalete giderek gizlice internette ulaşabildiği gazetecileri arayıp sesini duyurmaya çalışır. Birçok insan hakları derneğine mesajlar atar, “kurtarın bizi” diye. Bir gün Aziz’e bir arama gelir. Telefonun ucundaki adam Aziz’in söylediklerinin doğru olup olmadığını teyit etmek ister. Kendisinin uluslararası bir gazeteci olduğunu ve bu haberle ilgilenmek istediğini belirtir. Bunun üzerine Aziz, kampta olan bitenin bir kısmının fotoğrafını ve videosunu çekip gazeteciye yollar. Zaten karışıklıktan dolayı rahatsız olan hükümet bir gün uluslararası bir haberle sarsılır ve dünya kamuoyu karşısında zora düşer. Nasıl olmuştu da bu görüntüler yayılmıştı. Haberde kirli, sıkışık, tıbbi yardımdan yoksun ve şiddetin hakim olduğu Manus kampındaki ağır koşullara dayananların artık hayatlarını güvenli bir ortamda ve onurlarını koruyarak devam ettirebilmelerine izin verilmesi gerektiği yazıyordu. İranlı bir arkadaşı, kendisi ve bir Afganlıyı yetkililer şüphelenerek tutuklarlar ve kelepçeyip götürürler. Lakin geç olmuştur çünkü gazeteciler ve diğer devlet yetkilileri, insan hakları ve demokrasi örgütleri, devreye girerek durumlardan haberdar olmuş ve özellikle de Aziz ile görüşmek istediklerini belirtmişlerdi. Bir kaç gün sonra serbest bırakılırlar. Bir süre sonra, Aziz ve diğer bazı kişilere Almanya, İsviçre, gibi birçok Avrupa ülkesinden iltica teklifleri gelir. Kabul etmeleri durumda, tüm masraflarının karşılanacağını bildirirler. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Örgütü de Aziz ile temasa geçer. Böylece Aziz İsviçre’ye iltica kararı alır ve 2019 yılı başlarında gelir. Bu arada dile kolay tam altı yıl geçmiştir bu ibretlik “insanât bahçesinde”.

Aziz’i benim kaldığım kampa, yan odaya vermişlerdi. Beyefendi, şık giyimli ve nazik biriydi. Kendisine Cenevre de bir parkta otururken elma ikram etmiştim. Böylece dostluğumuz başlamış oldu. Yemek ve çay muhabbetlerimize kendisini davet ediyor ve başından geçenleri öğreniyorduk. Tabi bizler de kendisine, Türkiye’de yapılan haksızlık ve zulümleri anlatmaya çalıştık. Şu an kendisi Cenevre Üniversitesi Uluslararası İlişkiler ve Hukuk Bölümü’nde öğrenci ve aynı zamanda da BM’de İnsan Hakları Koruma ve İşkenceye Karşı Mücadele Örgütü’nün aktif üyesi. Üniversitelerde, BM’de, röportajlar, seminerler ve programlar yaparak, insan hakları ve demokrasi üzerine mazlumların sesini duyurmaya çalışıyor. Memleketini terkederken hayalini kurduğu, haksızlıklara ve zulümlere karşı mücadele imkanına kavuşmuş olmanın mutluluğunu yaşıyor.
Geçen hafta kendisi ile görüştüm ve bana Türkiye’ye kamp ziyaretlerine gideceğini söyledi.

(Bu arada Avustralya Hükümeti yaptığı bu insanlık dışı muameleden dolayı yaşayanlara ve ölmüşse yakınlarına yüksek miktarlarda tazminat ödemeye mahkum edilmiştir.)

Hikmet Tunc Cenev