Özgürlük Yolcusu Bir Kadın ve Anne

Özgürlük Yolcusu Bir Kadın ve Anne

Oktober 14, 2020 Makale 0

Merhabalar, ben İstanbul’ da yaşayan ve 5 çocuğu olan bir ailede dünyaya geldim. 1985 yılında İstanbul’ da doğdum ve burada büyüdüm. İşletme üzerine üniversite eğitimimi tamamladıktan sonra yine aynı bölümde yüksek lisans yaptım. Evliyim. Altı ve yedi yaşlarında iki erkek çocuk annesiyim.

Üniversiteyi bitirdikten sonra İstanbul’da bulunan Fatih Üniversitesinde çalıştım. Daha sonra çeşitli sosyal sorumluluk projeleri yapan, öğrencilerin eğitim hayatları için maddi, manevi faydası bulunan ve insanlara aile ve günlük hayatlarını kolaylaştırıcı eğitimler veren birçok gönüllünün yer aldığı derneklerde genel sekreter olarak çalıştım.

Buralardaki iş hayatım süresince kendi haklarım açısından hiçbir ihlal ile karşılaşmadım. İş sahipleri tarafından kötü muamele görmedim. Aynı zamanda hiç kimseye zarar verildiğine şahit olmadım. Mutlu ve gönüllü olarak görevlerimi yerine getirmeye çalıştım. Fakat gün gelip buralarda çalıştığım için terörist ilan edileceğimi tahmin bile etmedim. 15 Temmuz 2016’da yaşanan ve tam olarak anlayamadığım olaylarla OHAL ilan edilerek çıkarılan 667 sayılı KHK ile birlikte benim ve eşimin çalıştığı kurumlar mevcut hükümet tarafından kapatıldı. Çalıştığımız yerlerden kanuni haklarımızı alamadığımız gibi şahsi eşyalarımızı dahi alamadan işsiz kaldık. Çalışmak istedik fakat önceki çalıştığımız yerler üzerinde olumsuz algı oluşturulduğu için işverenler sıkıntıya düşeceğinden bizleri çalıştırmak istemediler.

Bu şekilde ortada kaldığımız günlerde maddi olarak çok fazla sıkıntı yaşadık. Sosyal güvence ve sağlık güvencemiz de iptal edildi. Bu zor günlerde evde olmadığımız bir gün evimize, ardından bizi bulamadıkları için annemin evine eşimi tutuklamak amacı ile polislerin geldiğini öğrendik. Ailemizin de sıkıntıya girdiği bu olay ile birlikte yakalanmamak için evimizden taşınmak zorunda kaldık. Benim ve iki çocuğumun geçimini sağlayabilmek için hiçbir şansı kalmayan eşim, dışarı çıkamadığı için maddi ve manevi sıkıntı yaşamaya başladı. Onun bu durumundan dolayı okula gitmek zorunda olan iki çocuğumun her ihtiyacı ile ben ilgilenmek zorunda kaldım.

Çıktığımız evimizdeki başka insanlara dahi evde huzur verilmedi. Birkaç ay sonra eşimi aramaya gelen polislerin onlar evde yokken kapılarını kırarak eve girip parmak izi aldıklarını sonradan öğrendik. Bu baskı ile takip edilerek eşimi yakalatırım korkusuyla artık ben ve çocuklarım onun yanına gidememeye başladık. Uzun bir süre çocuklarım babasız kalmıştı. Ben ise yalnız kalmıştım. Bu halimizi gören ailem çok üzülüyor, bir yandan da bana destek oluyorlardı. Artık çocuklarımla onların yanında kalmaya başladık, çocuklarım için ayakta kalmaya çalışıyor ve mücadele ediyordum. 27 Aralık 2017’de sabah 06:00 da beni gözaltına almak için gelen polisler ile hayatımda unutamayacağım bir şok yaşadım.

O sabah ufak oğlum rahatsızdı ve bende uykusuzdum. Polislerin gelmesiyle korkuyla yataktan kalktık. Terör örgütüne üye olmaktan gözaltına alındığımı söyleyen polisler telefonuma el koyarak bütün evi aradılar. Fakat suç teşkil eden hiçbir şey yoktu. Uyuyan iki çocuğumu kaldırıp bir işim olduğunu söyledim ve onları öptükten sonra göz yaşları ile evden ayrıldım. Götürüldüğüm polis merkezinde OHAL sebebi ile 14 gün gözaltında tutuldum. Yerin altında -4. katta olan ve hiçbir penceresi bulunmayan sürekli loş bir ışığın yandığı bu yerde kalbimde çarpıntılar,
eklem yerlerimde ağrılar başladı. 14 gün boyunca 2 kere avukat haricinde kimse ile görüştürülmedim.

İfadem alınmak üzere başka bir emniyet binasına götürüldüm. Eşimle nasıl tanıştığım, bankaya neden para yatırdığım, devlet denetimli olan işyerlerinde neden çalıştığım ile ilgili sorular sorularak terör örgütüne üye olmak ile ilgili itirafta bulunmamı, etkin pişmanlık diye bir yasandan faydalanmamı iş arkadaşlarımın isimlerini vermem gerektiği ile ilgili psikolojik baskı uyguladılar. Fakat ben hiçbir şeyden pişman olmadığımı çalıştığım yerlerde isteyerek çalıştığımı ve terör örgütüne dair hiçbir faaliyette bulunmadığımı belirttim.

Hiçbir delil gösterilmeden ifadem sona erdi ve 09 Ocak 2018 tarihinde çıktığım mahkemede uzun süreli Fatih Üniversitesi çalışanı olmak ve telefonumda bylock programı olduğu iddiasıyla tutuklanarak ceza evine gönderildim. Çocuklarımı görme umudum tükenmişti ve ceza evine götürülürken bulunduğum araç birkaç polis arabası eşliğinde ilerlerken tıpkı azılı bir terörist muamelesi ile psikolojik sıkıntı verilmeye devam ediliyordu. Cezaevine girdikten sonra uyuyamamaya başladım. Çocuklarım aklımdan çıkmıyordu. Annem ve babam kapalı görüşe çocuklarımı getirmemişlerdi.

Benim çalıştığımı söyledikleri için her yeri asker ve polis çevrili olan ceza evini onlara açıklayamazlardı. Kapalı görüşte camın arkasından yanıma gelmek isteyecekleri için çocuklara daha fazla zarar olabilirdi. Babaları da yanlarına gelemeyen çocuklarım zor durumda kalmışlardı. Bu ayrılık esnasında sürekli sebepsiz ağlamaya başlamışlar ve okulda hırçın hareketler sergileyerek değişmişlerdi. Bana yaşananları söylemeseler de çocuklarımı götürdükleri psikoloğun bana yazdığı mektupla bunları öğrenmiş oldum. Bunun üzerine çocuklarımın yanımda olmalarının onlara iyi geleceğini düşünerek masum çocuklarımı cezaevine aldım. Yanımda olmaları beni çok mutlu etse de sıkıntılı günlerime bir yenisi daha eklemişti. Çünkü kaldığım odada bütün eşyalar demirdendi. Zarar görmesinler diye her yeri havlular ile örtüyordum.

Her gün elde çamaşır yıkamak zorunda kalıyordum. Ufak oğlum bronşit olduğu için hastalanmaması için elimden geleni yapmaya çalışıyordum. Hava makinemizi içeriye almadılar ve hastalandığında hemen revire çıkamıyorduk. Çocuklar her şeyi soruyor ve olayları anlayamıyorlardı. Sayımlarda onları odada beni beklemelerini söyleyerek göstermemeye çalışıyordum. Suç, avukat, mahkeme gibi terimleri duymamaları için çabalıyordum fakat sürekli bunlar konuşulduğu için artık buranın bir iş yeri olmadığını idrak etmeye başlamışlardı. Gelen yemekleri bizler zor
yerken çocuklar neredeyse hic yiyemiyorlardı. Sağlıklı beslenmeleri bir yana karınlarını doyurmaya çalışıyordum. Hava güzel olunca avluda oynuyorlar fakat süre dolup kapı kilitlenince ağlıyorlardı. Ya da koğuş kapısı açılınca parka gidelim diye ağlıyorlardı. Fakat az zaman sonra çıkacağımızı söyleyerek ikna ediyordum. Bir yandan çok sıkılıyorlar bir yandan yanımdan gitmek istemiyorlardı. Bu çaresizliklerle benimde kafam karma karışık olmuş, çok fazla yorulmuştum. Birkaç defa psikolog görüşüne çıkmak istedim ama bir kez çıkabildim.

Kapalı görüş günlerinde onları sabah koğuşta uyurken bırakıyordum. Çünkü o camın arkasına geçtiğimde sürekli ağlıyordum. Bu ortamı görmelerini istemiyordum. Zarar görmesinler diye sürekli peşlerinde bulunsam da en son avluda koşarken küçük oğlum düşerek suratını demir kapıya çaptı, çok fazla burnu kanadı ve ağladı. Sıkıntı dolu 5 ay geçtikten sonra gardiyan beni çağırıp şehir dışından başka bir cezaevine gideceğimi söyledi.

Cezaevi aracıyla kelepçeli bir şekilde çocuklarla gitmem mümkün olmadığı için onları apar topar anneme teslim etmek zorunda kaldım. Nereye gittiğimi bilmeden 6 saat sonra hiçbir gerekçe söylenmeden bandırma cezaevine götürüldüm. Cezaevinden gelmeme rağmen birçok kıyafetim ve malzemem alınmadı. Bir odada on kişi kalınan koğuşun içinde eşyalarımı koymak için dolap olmadığı için leğenlerde yatağın altına koyuyorduk. Avludaki giderden sürekli lağım taşıyor, çok kötü kokular yayılıyor ve bahçe mikrop yuvası oluyordu.

Gece gündüz ışık kapatmak yasak olduğu için uyuduğumdan hiçbir şey anlamıyordum. Sıcak su haftada bir gün belli saatler arası veriliyordu. Kaldığımız yer sağlıklı değildi. Bu olumsuz şartlara rağmen ortada kalan çocuklarımı yanıma almak zorunda kaldım. Birlikte zor bir 10 gün geçirdikten sonra. İtirazımız kabul edilmiş ve hâkim çocukların burada kalması uygunsuzdur diyerek ev hapsine çevirerek tahliyeme karar vermişti. 04.05.2018 .

Yarım saatte kapıya konan ben ve çocuklarım 5 saat soğukta şehir dışından ailemizin gelip bizi almasını bekledik. 11 ay boyunca ayağımdaki elektronik kelepçe ile birlikte evimde 0 mesafe ve tam gün boyunca kaldım. Evden çıkamadığım için sıkıntılarımız devam ediyordu. Okula giden büyük oğlum sıkıntı yaşıyordu ama ben her zaman yanında olamıyordum ve anneannesi devamlı dışarı işleri yaptığından psikolojik olarak yıpranmaya başladı.

Hastalandıklarında hastaneye ve birçok kez okul toplantılarına gidemedim. Anaokuluna gitmesi gereken küçük oğlum götürecek kimse olmadığından okula gidemedi. Üst üste gelen bu sıkıntılar sadece bana ve eşime değil çocuklarımızın da hayatına olumsuz tesir ediyordu. Bu olumsuz etki hem sosyal hem psikolojik olarak gün geçtikçe artırıyor, başedilemez hale geliyordu. Mevcut durum bizi her şeyden korkarak yaşamak zorunda bırakıyordu; gazetede çıkan bir haber, yolda gördüğümüz yabancı insanlar, …

En sonunda tekrar bir bahane ile tutuklanma korkusu ile aynı sıkıntıları tekrar tekrar yaşamamak, aile bütünlüğümüzü sağlamak, özgürce yaşamak ve çocuklarımızın geleceği için her şeyimizi ardımızda bırakıp 2 sırt çantası ile ülkemizi terk etme kararı almak zorunda kaldık. Ölüm de dahil olmak üzere bizim için çok büyük tehlikeler içerse de çocuklarımızla beraber gözümüzde yaşlarla bu zorlu yolculuğa çıktık.

Nesibe Hür Sayan