Avukat Lefort’un «kız çocukları davası» izlenimleri

Avukat Anais Lefort, Seine-Saint-Denis Barosu’na kayıtlı bir avukattır. Kamuoyunda “Kız Çocukları Davası” olarak bilinen dosyanın duruşmasını gözlemci olarak izlemek üzere 18 Şubat’ta Türkiye’ye gitti.
Dava Hakkında Genel Bilgiler
Türkiye’de takip ettiği dava hakkında bilgi veren Lefort, duruşmada 41 sanığın yer aldığını ve bunların çoğunluğunun genç kızlar olduğunu belirtti. Bunun yanı sıra, aynı operasyonda tutuklanan ancak yargılama aşamasında tanık olarak değerlendirilen reşit olmayan kızlar da duruşmada hazır bulundu. Dava, yetkililer tarafından “Hizmet Hareketi’nin yeniden yapılanması” olarak nitelendirilen olguyu hedef alıyordu. Genç kadınlar, lise öğrencileri ve üniversite öğrencilerinden oluşan sanıklar, “terör örgütüne üye olmak” veya “terör örgütüne yardım etmek” suçlamalarıyla yargılanıyordu.
Sanıklara yöneltilen suçlamalar arasında aynı evde kalmak, akademik destek almak, arkadaşlarıyla iletişim kurmak, maddi yardımlardan yararlanmak ve farklı haberleşme araçlarını kullanmak gibi eylemler bulunuyordu. O günkü duruşma, telefon santrallerinden elde edilen sözde maddi delillerin incelenmesine ayrılmıştı.
Duruşma Sürecindeki Gözlemler
Duruşmanın gerçekleşme biçimini değerlendiren Lefort, böyle bir ağır ceza mahkemesinde terör suçlarına dair konuşmalar beklediklerini, ancak duruşma boyunca “terörizm” kelimesinin doğrudan kullanılmadığını vurguladı. Sanıkların, herhangi bir terörist hedef doğrultusunda hareket ettiklerine dair somut bir iddia ortaya konulmadığını belirten Lefort, mahkeme sürecinde daha çok öğrencilerin gündelik yaşamlarına, haberleşme yöntemlerine ve dinî ibadetlerine odaklanıldığını ifade etti.
Sanıklara, “Neden Telegram kullandınız?”, “Google Meet üzerinden neden iletişim kurdunuz?” gibi sorular yöneltildiğini, hatta “Çöpleri dışarı çıkarmanız istendiğinde bu bir şifreli mesaj mıydı?” gibi paranoyak denilebilecek sorgulamaların yapıldığını söyledi. Özellikle dinî pratiklerin sorgulanmasının dikkat çekici olduğunu vurgulayan Lefort, ibadetlerini yerine getiren kişilerin bu nedenle suçlanmasının endişe verici olduğunu ifade etti.
Duruşmada En Çok Dikkat Çeken Unsurlar
Bir avukat olarak duruşma salonuna girdiğinde ortamın adalet yerine bir “tiyatro sahnesi” izlenimi verdiğini belirten Lefort, mahkeme heyetindeki hâkim ve savcıların genç ve deneyimsiz olduğunu gözlemlediğini söyledi. Özellikle mahkeme başkanının tüm süreci yönlendirdiğini, diğer hâkimlerin ve savcının ise sürece pek dâhil olmadığını ifade etti. Savcının zaman zaman telefonuyla ilgilenip duruşma salonunu terk ettiğini de ekledi.
Reşit olmayan tanıkların, ebeveynleri olmadan ağır ceza mahkemesinde zorla ifade vermeye getirilmeleri, Lefort’un dikkatini çeken bir diğer husustu. Ayrıca, mahkemede anneler ve kızlarının peş peşe sorgulandığını, bazen annelerin de kızlarıyla birlikte ifade vermeye zorlandığını belirtti.
Duygusal Atmosfer ve Karar Açıklaması
Duruşma sırasında genç kızların yüzlerinde hem vakur hem de dirençli bir ifade olduğunu vurgulayan Lefort, mahkeme başkanının sorularıyla sanıkların dengesini bozmaya çalıştığını ancak onların sakin ve kendinden emin yanıtlar verdiğini gözlemledi. Terörist olmadıklarını bildikleri için bu inançla cevap verdiklerini ifade etti.
Duruşma sonunda tahliye edilen ve tutuklu kalan sanıklar olması nedeniyle sevinç ve üzüntünün bir arada yaşandığını belirten Lefort, özellikle Mayıs 2024’ten beri tutuklu olan kızlardan ikisinin hâlâ cezaevinde kaldığını ve bir sonraki duruşmaya kadar neredeyse bir yıl hapiste kalmış olacaklarını ifade etti. Aileler için bu sürecin oldukça zorlayıcı olduğunu vurguladı.

Avrupa Birliği ve Fransa Ne Yapabilir?
Lefort, bu davanın 2016’dan beri devam eden siyasi zulmün bir parçası olduğunu belirtti. Günümüzde Türkiye’de gerçekleştirilen büyük çaplı tutuklamaların “Hizmet Hareketi’nin yeniden yapılanmasını önleme” bahanesiyle gerçekleştirildiğini ifade eden avukat, medyanın bu durumu daha fazla gündeme getirmesi gerektiğini söyledi.
Medyanın, tutuklanan kişilerin profillerini inceleyerek kamuoyuna bu davaların siyasi niteliğini göstermesi gerektiğini belirten Lefort, bu davaların gerçek terör suçlarıyla hiçbir ilgisinin olmadığını, aksine otoriterleşen bir rejimin insanları korkutmak için yasal prosedürleri kötüye kullandığını ifade etti. Medyanın bu zulme karşı duyarlılık göstermesinin önemine değindi.
Otoriter Rejimlere Karşı Ne Yapılmalı?
Lefort’a göre, otoriter rejimlere karşı ilk adım doğru ve kapsamlı bilgiye sahip olmaktır. Türkiye’de yaşanan hukuksuzlukları belgelemek, bunları uluslararası kamuoyuna duyurmak ve mağdurların sesi olmak gerekmektedir.
Bugün Türkiye’de insanların yalnızca barışçıl aktiviteleri nedeniyle hapsedildiğini ve sürgüne zorlandığını belirten Lefort, yaşanan zulmün sona ermediğini, aksine hâlâ devam ettiğini ifade etti. Medya ve insan hakları kuruluşlarının bu meseleye daha fazla eğilmesi gerektiğini söyleyerek, dünyanın otoriterleşen rejimlere karşı daha duyarlı olması gerektiğini vurguladı.



